Son günlerin tartışılır hale gelen mesleki tanımlama deyimi dikkatinizi çekmiştir.
‘İşadamı’
Cinsiyetçi bulunarak evrimleştirme masasına yatırılmış durumda.
‘İş Kadını’ tanımlaması ile söz konusu literatür kaosuna son verilme eğilimi gözlüyorum.
İyi de yine de cinsiyetçilikten sıyırmayacak sanki olayı.
‘Ortak bir amaca hizmet verenler yine kadın-erkek takıları ile ayrışmış olmuyor mu bu durumda?’ diye sorgulama çırpınışı yaratıyor en azından bende.
Zaten oldum olası ‘İşadamı’ isimlendirmesi de başlı başına sorunlu gelir bana.
Ben bu mesleğin kesin bir tanımını istiyorum arkadaş.
Sokakta, sosyal ilişkilerde, iş hayatında, televizyonda meslek olarak iş adamı unvanı kullanan adamların hangi işle iştigal ettiklerini işletme mezunları bile anlayamıyor.
Eskiden, ‘serbest meslek’ diye bir şey vardı.
Hala da var.
Bu söylendi mi anlardın ki;
Küçük esnaf.
Nakliye-makliye ya da ne zaman cukkalı iş çıksa çalışıp, sonra bir ara kendini kızağa çeken adam.
Başıyla-sonu ile brütü olmayan bir tanım olduğundan söyleyene de duyana da kendisini sorgulatmaz o nedenle.
‘İşadamı’ tanımı üzerine beyin jimnastiği yaparken;
Beşiktaş kulübünün İstanbul Ümraniye’deki saha ve tesislerini yapıp camiaya hediye eden Nevzat Demir ile yapılan bir röportajı hatırladım mesela.
‘’İş adamı değilim, ben sanayiciyim” demişti.
Sokaklar kolunu sallasan ‘İşadamıyım’ diyene dokunur oldu.
‘İyi de ne işle iştigal edersin’ diye sorduğunda da ‘dedim ya iş adamıyım’ muamması cabası bir de.
Yani bir anlamda ‘’para kazanılacak her işle işitigal eylerim’’ e çıkıyor dediği.
Ya da ‘ne iş yaptığı belli olmayan adamlar’ a.
O zaman ‘serbest meslek’ de iş adamlığı oluyor bu mantıkla.
Türkiye İstatistik Kurumu verilerini bile alt üst edecek bir şey bu.
Takım elbise giyen herkesi adam yerine koymanın bedellerini ödeyen az değildir ya hani;
Kaldırın bu tanımı derim ben.
Sanayici, tekstilci, ve benzeri ile tanım en doğru ve en güzeli.
‘Güzel’ demişken;
‘Güzel Adam’ Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten bir örnek ile toparlayayım kıssadan hisse özeti.
Hani ‘Hanımefendi’ ve ‘Beyefendi’ tanımlamaları vardır bilirsiniz.
Atatürk kadını-erkeği her ortamda ‘Efendiler’den ibaret hitap ile başlardı onlara anlatacaklarına hatırlarsınız.
Sadece erkekleri adam yerine koyduğundan değildir o hitap tarzı.
2 Şubat 1923.
Türkiye İktisat Kongresi’nin yapılacağı Hamparsumyan’a ait bir üzüm ve incir işletmesinde gerçekleşen toplantı, İzmir ve Türkiye için bir ilktir.
Daha dört gün önce evlenen Gazi, çoğunluğu kadın olan topluluğa karşı uzun bir konuşma yapar.
Toplam elli dosya yaprağı uzunluğunda olan ‘kadın-erkek ayrımı, kadının toplumdaki yeri, iş hayatında kadının gereği’’ içerikli bu konuşmanın sadece bir paragrafı yetti bana;
‘’ Efendiler, bağışlarsanız bir noktayı açıklamak için bir an duracağım. ‘Efendiler’ dediğim zaman hanımlar ve efendiler demektir. Kolaylık gereği ve hanımlarla efendilerin tamamının birliğini anlatmak için bu seslenme şeklini uygun buldum.
Düşmanlarımız bizi dinin etkisi altında kalmış suçlayıp, duraklama ve çöküşümüzü buna bağlıyorlar. Bu hatadır. Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allahın buyurduğu şey, erkek ve kadın bu ilim ve irfanı aramak zorundadır.
İslam ve Türk tarihi incelenirse görülür ki, bugün kendimizi bin türlü kayıtlarla kayılanmış sandığımız şeyler yoktur. Türk toplum hayatında kadınlar ilim, irfan ve öteki hususlarda erkeklerden kesin geri kalmamışlardır. Belki daha ileri gitmişlerdir.”
Hanımefendi ve Beyefendi;
İkisinde de ‘efendi’ var.
Duruşun, ağır başlılığın, saygınlığın birleştirici tek karşılığı da ‘Efendiler!’
Bu işadamı-işkadını hummalı tartışmasını gündeme getirmek niye?
Durup dururken nedir bu işadamı, ne iş kadını kaosu?
Geçin bunları.
Zaten neresinden baksan eğri-büğrü ‘işadamı’ tanımı.
Sanayici, tekstilci ve benzeri en doğrusu, en güzeli.
En azından nesiniz onu biliriz.
Aynen ‘Efendiler’ dendiği zaman kast edileni anladığımız gibi!