Kapadı telefonu: “Karanlığın efendileri ve hanımefendileri” diyerek girdi söze Erdi: “Elektrik arızadan ötürü kesik. Dört saat sonra gelecekmiş. Üzgünüm. Kaçırdık maçı. Çok çok sevgili Sevgi. Getir mumları. Arayalım dibini romantizmin. Bu arada iyi yanından bakalım durumun.
Elektriksiz bir çağdayız sözgelimi. Sözgelimi firavunmuşum. Mezar anıtım piramitteyim. Yılda sadece iki kez giriyor güneş içeriye. Doğduğum günle tahta oturduğum zamanla aynı. Oysa halkım şanslı.En azından gündüzleri gün yüzü görüyor. Öyle değil midir hanımlar beyler?”.
“Öyle de bu bilgi yetersiz.” dedi Müge; “Piramitleri elektrik kullanmadan yaptılar. Tamam da. Sıralamalı ötekileri de. Süt birkaç gün sonra taze yoğurda dönüşür. Bırakılan elma taze kalır.
Kirli su arıtılmış olur. Kesik, yarık ve sıyrıklar daha çabuk iyileşir. Radyasyon ve enerji üretir.
Taban alanının yüksekliğinin 2 katına bölümü Pi sayısını verir. Ultrason ve radar çalışmaz.”.
Ekledi Buğra: “Veee radyoaktif madde bulunduğundan mumyaları ilk bulan 12 bilim adamı kanserden öldü. Ancak ciğerlerine çektikleri havadaki küfün kanser yaptığı da söyleniyor.”
“Hayır. İlk savın doğruluğunu Kahire Müzesi araştırdı. Radyoaktif kaynak bulunmadı. İkincisi doğru. Küf kanser yapmıştı. Bu arada yanlış sonsuza kadar sürmüyor. Herodot piramitlerde kölelerin çalıştırıldığını söylemişti. 1990’da bulunan piramit ustasının günlüğü yalanı ortaya çıkardı. İşçiler çalışma haklarına sahipti.Şimdisöylenti: Mimar öldürülürmüş.”dedi Dilay.
Sordu Bartu: “Geçelim mi söylentiden gerçeğe?”. Sürdürdü: “Taç Mahal. 1631 – 1654. Bir büyük aşkın dışavurumu… Şah Cihan 16, Ercümend Banu Begüm ise 15. Evlenirler 21’inde.
Şah Cihan eşine Taç Mahal yani ‘Saray Tacı’ der. Yirmi yılda sekizi hayatta kalan on dört çocuk doğurur. Son doğumdan sonra 40’ı çıkmadan ölür. Bir yıl sonra Taç Mahal’ın yapımı başlar. 22 yılda 20 bin kişi çalışır.Saray Tacı bir türbe. Bugünün parasıyla 1trilyon Dolar.”.
“Hah!” diye söze girdi Alp; “Duysun anam. Taç Mahal’ı beğendiğini söylemesin babama!”.
“Yapımda Mimar Sinan’ın talebelerinden Mehmet İsa Efendi, Mehmet İsmail Efendi ile Hattat Serdar Efendi de var. Ama asıl mimarlar değil. “Divan-ı Mühendis” adlı el yazmasında Lutfullah Mühendis el-Lâhûrî, babası ÜstadAhmed’inTac Mahal’in mimarı olduğunu yazar. Söylenti ise doğru değil. Gözleri kör edilip, elleri kesilerek işkence görmedi. Taç Mahalbitiminden dokuz sonra Lahor’da gözlerini Taç Mahal’a yumdu.”.
Gülümsedi Çağlar: “Ama biz gözümüzü dünyanın bilinen ilk hastanesi Asklepyon’da açalım. Bergama Asklepyon önemli” tedavi merkeziydi. Milattan önce 4. Yüzyıl’da kurulmuştu. Asklepyos Kutsal Alanı, galerili avlusu, 3500 kişilik tiyatrosu, İmparator Hadrianus’a ait kült salonu, kütüphanesi, yuvarlak planlı Asklepyos Tapınağı’yla dönemin gelişmiş hastanesi.”.
Dilay; “Yeri gelmişken belirteyim. Kült,Kult’tan gelir. Kult sunak demektir. Orta Asya’da inanılan güçlere armağan sunulan taşın adı. İtalyanca’nın kökeni Etrüskçe’den geçer.”.
“İnsanın dış dünyayla iletişim kurma eylemi, diyelim. Hastanede telkinle fizyoterapinin bugün de geçerli olan biçimleri uygulanıyordu. Kutsal sudan içilmesi, su ve çamur banyoları, açlık-susuzluk kürleri, şifalı otlar, kremlerle yağlanma başlıca tedavi yöntemleri idi. Ve geldik püf noktasına. Belirteceğim şey o gün olduğu kadar günümüzde de geçerli. Olmazsa olmaz.”.
Sordu Bergen; “Yani Çağlar. Nedir olmazsa olmaz? Bi de püf noktası diyorsun…”.
“Dinlemeden yargılıyorsun. Dinle önce. Konu mankeni sensin. Düşün. Milat’tan önce yıl 350. Hellenistik dönemdesin. Eski Mısır’ın İskenderiye şehrindesin. Adın Kleopatra. Çok hastasın. Çare bulamıyor derdine hekimler. ‘Pergamon’daAsklepyon’a git’diyorlar. Yani Bergama’ya.
Eşin Sezar ‘ben gelmesem olmaz mı?’ diyemiyor… Çıkıyorsunuz yola toplayıp bavulunuzu.
İskenderiye Bergama arası 2.800 kilometre. Eşekle 50, eşeksiz 60 gün. Eşeksiz olmaz. 50. günün sonunda karşınızda dağ. Tepesinde Asklepyon. Çıkıyorsunuz ağır ağır. Ve sonunda Asklepyon’un kapısı. Bir yazı üstünde. Onca zorlu yoldan sonra hastalara ‘hoş geldin’ diyor gibi; ‘Ölüm Giremez’. Hastaya önce sanki iyileşme gazı veriliyor. Girdin içeri. Sezar dışarda. Seni de önce bir geceüstünde delikleri olan bir geçitte tutuyorlar. Sesler duyuluyor derinden ‘iyileşeceksin” diyen sesler. Uyumuyorlar sabaha kadar. Sabah çıkartıp yüzüne bakıyorlar… Yoksa yüzünde gülümseme veya varsa umutsuzluk belirtisi; ‘Tanrılar iyileşmeni istemiyor’ diyerek gönderiyorlar. Hasta tedaviyi istemeli ve iyileşeceğine inanmalı. Yoksa iyileşemez.”.
Sevgi; “İyileşme denince aklıma gladyatörler geldi. Vücutları yağlı. Et yedirilmiyor. Yaralarının çabuk iyileşebilmesini sağlamak için, tahıllı gıdalarla besleniyorlar.” diye konuşmaya başladı; “Ama öncesinden söz edeyim biraz. Şöyle başlıyor gladyatör dövüşleri. Soylu cenazelerinde köleler dövüştürülüp kan döktürülüyor. Halkdövüşleri severek izleyince bir kazanç kapısına dönüştürülüyor. Biletli gösteriler düzenleniyor. İmparator Vespasianus başarılı ordu komutanı da. Ancak halk durumundan hoşnut değil. İlgisi başka yere çekilmeli. Roma’da Kolezyum’un doğum nedeni bu. Bulunduğu yerdeki göl kurutulur. Amfitiyatro yapılır. Bize yabancı sözcük.”.
“Doğru. Duyarız ama bilmeyiz. Nedir bu amfitiyatro?” diye sordu Çengiz.
“Amfi çift demek. Tiyatro sözcüğü ile birleşince tam daire olur. Dünyanın tanıdığı Kolezyumbir amfitiyatro. FlavyanusAmfiyatro öteki adı. Flavyus imparatorluk ailesi. Sırada söylenti var. Gladyatörler birbirini öldürürmüş. Doğru değil. Filmlerde öyle. Gladyatör yetiştirmek maliyetli. Uğraşlı. Çok zor. Ölmesine izin verilmiyor. Gladyatörlerin küçük heykelcikleri hayranlarına satılıyor arenada. Arena.ticari işletme. Latince Harenae’nın söylenişi. Kum demek. Basit.”.
“Her şey herkese konuyu bağladığın gibi basit gelmez Sevgi.” dedi Kutay; “ Selimiye Camisi. İçeri giren Japon şaşkın yüzle kubbenin altına kadar gelir. Yatar. ‘Olamaz! Olamaz! Kubbe orada duramaz! diye söylenmektedir. Japon’u şaşkınlığa düşüren neydi biliyor musunuz? Şuydu. Toplu alanda çok işinin tapınmasını sağlayacak tapınak tarih boyunca mimarların düşüydü. Bu konuda antik Yunan mimarları bir gelişme sağladı. Planlara dipteros, peripteros, Pseudo-peripteros gibi adlar verildi. Tek amaç herkesi bir tek alanda toplamaktı. O nedenle Büyük Bilgelik anlamına gelen Ayasofya bir geçiştir. Merkez kubbeyi fil ayakları destekler. İki mimarı İsidoros ve Antemyus matematikçi. Merkez kubbenin harcında 40 bin yumurta akı var hafif olsun diye. Nika halk isyanını kanlı biçimde bastıran Justinyen gücünün sözde Tanrı’dan geldiğini kanıtlamak için isyanda yıkılan eskisinin yerine yaptırdı. Mimari gerçeğe dönüyorum.
Ayasofya’nın planı bazilika ve merkezi yapının birleşmesidir. Mimar Sinan, dönemine göre İsidoros ve Antemyus’tan fazlasıydı. Merkez kubbeyi duvarlara taşıttı. O Japon’u da şaşırttı.
Böylece dipterosla başlayan bazilikayla süren tapınak mimarisi yolculuğu Selimiye’de bitti. Ve yaşasaydı Mimar Sinan bulurdu belki eğik Pisa’yaçözüm diye düşünürüm zaman zaman.”.
“Eh bu konuda laflarım.” dedi Suna; “KulePisa‘nın gücünün, zenginliğinin bir simgesi olarak Cenova ve Venedik’e rakip olarak yapıldı. Galileo cisimlerin aynı hızla ve aynı fizik yasasına uyarak düştüklerini bu kuledeki deneyleriyle kanıtladı. Yapımı komedi sanatından bir örnek. Üçüncü kat sürerken zemine batmaya başlar. Mimarlarda Karadenizli Laz inadı var gibi, “Bişi olmaz” düşüncesiyle yapıyı sürdürmüşler. 177 yıl sonra bitirmişler.1178’de konstrüksiyon 3. kata ulaştığında batmaya başlar. Üç metrelik temel kum, kil ve deniz kabuklarından oluşan zemine oturuyordu. PisaCenova, Lucca ve Floransa ile savaşıyordu. Yapım duruyordu. Bu gecikme, zemin toprağının yerleşmesi için zaman kazanılmasını sağladı. 8 kat 372’de bitti. Basitçe özetleyeyim. Zeminin alttan desteklenmesiyle eğilme 300 yıl için durdurulmuş oldu.”.
Söze girdi Çelik; “Bizi romantizmin içine ettiğimiz bu derin ve uzun yolculuğa ‘Arayalım dibini romantizmin’ diyerek Erdi sürükledi. Sıkı durun! Eskimo’nun Lanetli Sarayı’nı anlatıyorum.”.
www.haberhpurriyeti.com / MURAT TEPEBAŞILI