Günlerden cumartesi. Saatlerden sabah… Koordinatlarım: Enlem yatak. Boylam yatak. Yükseklik yatak.
Uyumalardayım anlayacağınız…
O ne! Telefonumda hücum borusu çalıyor…
Ruhunda komut hanlık olan bir bayan tanıdığım. Hücum borusu bir gösterge. Dördüncü çalışta yetişemezsem, telefona bir ileti: ‘Nerdesin! İki saattir çalıyorum. Neden açmıyorsun?’.
Hücum borusu ‘düşman geliyor’ uyarısı gibi. İlk zamanlarda ‘hazır ol’da imiymiş gibi ayakta dinleyip konuşuyordum. Jeton düştüğünde vazgeçtim bir süre sonra bu manyaklığımdan.
Açtım telefonu açtım: “Birinci ordu tek kişiyle görüş ve emirlerine hazırdır komut hanım.” dedim gene.
“Uyandırdım mı?”.
“Hayır. Kahvaltısını nasıl yaptığını görmek için kargayla birlikte uyanmıştım. Daha başlamadı kahvaltıya. Bekliyordum…”.
“Bırak şimdi kargayı. Yarın beklersin. Senden bir isteğim var.”.
“İsteğin mi? Ne demek? Söylemen yeterli.”.
“Benim Kınalı var ya.”.
“Kınalı ikinci kedin.”.
“İlki Şanslı. Biliyorsun. Annesi apartman girişindeki yarı açık yerde doğurmuştu. Neyse uzatmayayım. Altı ay kadar sonra aynı yere Kınalı geldi. O da altı aylıktı. Boynunda kurdule vardı. Ya attılar ya da kötü davranıldığı için kaçtı. Eve aldım. İki kedinin geçineceğini düşündüm. Olmadı.”.
“Nasıl olmadı?”.
“Şöyle olmadı. Şanslı erkek. Ahbaplık etmek istiyordu. Kınalı saldırgandı. Kavga çıkarıyordu sürekli...”.
“Dişi tabi. Dişli olacak!”.
“Neyse, sorun dişilik değil. Sonra apartmanın girişinde besliyordum. Çevredeki esnaf Zilli Zarife diyormuş.”.
“Neden?”.
“Gelip geçen kedilerle köpeklerle dalaşıyormuş sürekli.
Köpeklerin üstüne çıkıp ısırıyormuş.
Kınalı yaralı bereli. Ben soluğu veterinerde… Esnaf Kınalı’ya Zilli Zarife diyor.”.
“Kahraman Kınalı sokak köpeklerine karşı!”.
“Bir sabah aşağıya indim mama vermek için. Yoktu. İki dükkân ötedeki esnaf söyledi. Sahipli dişi kurt köpeğinin üstüne çıkıp ısırmaya çalışmış boynunu. Kurt köpeği sallanıp atmış aşağı. Sahibi müdahale etmeden bir kere ısırıp bırakmış. Kımıldatamıyormuş boynunu. Isırık izleri varmış. Veterinere götürmüşler.”.
“Kurt köpeği ‘Öyle değil böyle ısırılır kızım. Öğren de gel.’ demiştir.”.
“Kınalı aşağıdan çok veterinerde tedavideydi. Yemediği iğne görmediği tedavi kalmadı. Bir de üstüne mikrop kaptı. Bir haftadır antibiyotik tedavisinde veterinerde. Veteriner Kınalı’yı bir tanıdığıma bırakmamı söyledi. Doğru söyledi. Yoksa telef olup gidecekti. Bir teyze var ona bırakırım yaza kadar, deyiverdim.”.
“Teyzen ben miyim? O kadar mı değiştim?”.
“Birden öyle deyiverdim işte. Ağız alışkanlığı. Sözün gelişi işte.”.
“Burada sözün gelişi olmayan yaza kadar mı?”.
“Yaza bakarız şekerim.”.
“Böyle şekerli mekerli konuştuğuna göre anlaşıldı. Sen şeker kızını sakallı teyzene yamamaya mı çalışıyorsun?”.
“Büyütme! Alt tarafı kedi.”.
“Alt tarafı da kösele. Üst tarafı ne? Deri mi?”.
“Peki su paranı veririm.”.
“Kitaplarımı, belgelerimi, reklam ajansı çalışmalarımı, dosyaları bulundurduğum odayı ona göre hazırlamalıyım. Zor iş.”.
“Peki elektrik paranı da veririm.”.
“Bir de bu sokak kedisi artık. Nasıl ev kedisi yapacağım?”.
“Böreği ve kıymalı biber dolması sevdiğini biliyorum. 15 günde bir börek. 15 günde bir kıymalı biber dolması. Kışın da ayşekadın fasulye.”.
“Ben dışarı çıkınca ne olacak? Her tarafı karıştırabilir.”.
“Ayda net 150 lira da veririm.”.
Bu kadar ahlaksız tekliften sonra kırıldı direncim. Dedim: ‘Olur’.
“Ne zaman getiriyorsun?”.
“Cumartesi.”.
Kapattık karşılıklı. Ve düşündüm. 9 metrekarelik odayı Kınalı’ya verecektim. Ve birden odacığım bana kral dairesi gibi görünmeye başladı…
Düşündüm. Keşke biraz ayak direseydim. Kiranın bir bölümünü koparır mıydım? Kaçtı tren!
* * *
Cumartesi çattı geldi.
Komut Hanım çattı geldi.
Kınalı Hanım çattı geldi.
Üç paket kumu çattı geldi.
Kaka temizleme küreği çattı geldi.
Mama kabı çattı geldi.
Islak kuru mamaları çattı geldi.
Komut Hanım’dan emirler çattı geldi:
“İki mama kabını boş tutma. Mama kaplarını iki günde bir temizle. Günde bir kez iki kaşık kadar kuru mamayı bir tatlı kaşığı kadar ıslakla karıştırıp ver. Suyunu sabah akşam değiştir. Kediler taze su sever. Kumunda kakasını tutma. Hergün yemek kaşığı kadar laktozsuz süt ver. Raflardan kırılacakları kaldır. Yatağının üzerini çarşafla ört. Tüyleri yatağa dökülmesin. Mutfağın kapısı hep kapalı dursun.”.
Çayını içti ve “Yeni ev arkadaşını çok seveceksin. Teşekkür ederim.” deyip çattı gitti.
Yeni ev arkadaşım mı? Evi dünün sokak kabadayısına göre düzenledim. Ev sahibi artık Kınalı idi. Ve mutfak kapalı. Ve ben kendi evimde tutsak olmuştum.
Kınalı kıza saygıda kusur etmemek için kediyle ilgili ne bulursam okuyorum…
* * *
Gece yatmak için odasına göndermede zorlanıyordum. “Hadi odana” diyordum önceleri. Anlamıyordu. Odanın ışıklarını kapayınca öğrendi odasına gitmeyi.
Bir hafta sonra yüz göz olmuştu. İplememeye başladı. Işığı açtığımda esniyordu. “Len şurda uyuyorum. Rahatsız etme! Git işine!” der gibi bakarak başını çevirip kaldırmıyordu nazik poposunu…
Okuduklarımdan öğrenmiştim. Uyguladım. Suyla uyarmak gerginlik yaratmazmış. Çiçek sulamak için fıs fıs var. Aldım. “Haydi Kınalı odana.” dedim. Tık yok! “Haydi Kınalı odana.” dedim. İplemiyor… Üçüncüsünün ardından suladım Kınalı’yı bir fıslık. Ve ikinci kezden sonra gerekmedi; şişeyi görünce doğru odasına…
Bazan ışıkları kapatınca… Bazan sözle bazan da fısfısla…
Mutfağın girişine de bir fıs fıs bıraktım. Artık kapı açık.
Ve eğitmeye karar verdim. Başladım klasik müzik dinletmeye… Mozart, Brams, Beytovın, Verdi, Vivaldi, Rossini. Çaykovski dinletirken kahvemden bir çay kaşığı ikram ettim. Artık ne zaman Çaykovski dinletsem, bacaklarıma sürtünüyor. Anlamıştım tiryaki olmuştu bacaksız.
Bir kez de vahşi güzel demiştim. Bakmıştı. Her vahşi güzel dediğimde bakıyor… Çabuk öğreniyor…
Ve tabağındaki mama azaldığında yemiyor. Dolu olursa… Önce gözü doymalı demek.
Saklanıyor bazan da. Bulamıyorum... Nasıl girdiyse hangi deliğe? Gene gördüm okuyup öğrenmenin yararını. Dışarı çıkıp zili çalıyorum. Çıkıyor ortaya hemencik.
Neyse efendim. İkinci dersine geçtim eğitimin.
Islakla kurusunu karıştırdığım mamasının önünü yirmi santimlik kartonla engelledim. Atladı. Şimdi kırk santimlik kartonun üstünden atlıyor...
Çemberin içinden geçirteceğim bir süre sonra. Öğrensin. Sonra da yanan çemberden geçebileceğini düşünüyorum. Daha sonra bir büyük topun üstüne çıkartıp yürütmesini öğreteceğim... Sonra mı?
Sonra Kınalı’yı sirke satacağım.
***
Murat Tepebaşılı
*
Yorum yazarak Haber Hürriyeti Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Haber Hürriyeti hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Haber Hürriyeti editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Haber Hürriyeti değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Haber Hürriyeti Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Haber Hürriyeti hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Haber Hürriyeti editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Haber Hürriyeti değil haberi geçen ajanstır.
Yorumlar
(1)Seher - Harika bir öykü eline, yüreğine sağlık. Bunu yazmana neden olan Süha Aksü arkadaşımızda nur içinde yatsın.
Yazılan yorumlardan Haber Hürriyeti hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz. Sitemizin Topluluk Kurallarına uymayan yorumlar yayınlanmaz. Yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Haber Hürriyeti editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Haber Hürriyeti değil haberi geçen ajanstır.