17 Mayıs 1919 Cumartesi
Yunan’ın güzel İzmir’i işgale başladığı günlerde, Umurlu’ya bağlı İmamköy’den bir kadın, evinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere Aydın Pazarı’na gidecekti. Köylü kadın beygirin sırtına yüklediği heybesine biraz arpa, biraz buğday, bir sepet yumurta koydu, binek taşına çıktı ve beygire binerek yola koyuldu. Kadına, köyden kalabalık bir pazarcı da arkadaşlık etmekteydi. Pazara değil, cenazeye gidiyor gibilerdi sanki. Yolda, herkes suskun, kimse konuşmuyor, sadece hayvanların nal sesleri sessizliği biraz olsun dağıtıyordu ki Aydın uzaktan yemyeşil bir deniz gibi göründü. Saatlerdir konuşmayan insanlar birden canlandılar.
-Yivli minareleri, bahçeli köşkleri ve yemyeşil ağaçlarıyla sanki nazlı bir gelin gibi süzülüyordu bizim Aydın! Şimdi nasıl gördünüz mü?
-Evet! Artık Aydın’da hiçbir şey eskisi gibi görünmüyor, sanki şehrin üstüne ölü toprağı serpilmiş gibi!
-Baksana dağ köylerinden gelen Yörüklerin her zaman bir şeyler satmak için kurdukları pazaryerinde hiç kalabalık yok! Yahudi ve Rum esnafın manifatura dükkânları da kapalı! Allah, Allah! Nereye gitti bu insanlar yahu?
Pazarda tek tük esnaf, onlardan aceleyle bir şeyler alıp geri dönme telaşındaki birkaç insan dışında kimseler yoktu. Köylü kadın, atını Pepenin Hanı’na bağladı, satmak istediği, yağ tuz ve şeker parası yapacağı şeylerin bulunduğu heybesini atın sırtından indirmedi bile. Kıvrak adımlarla doğru Yahudi kuyumca İshak Efendiye gitti. Keseden, gelin olduğunda takılan altınlarını çıkardı, ona uzattı.
-Bunları satmak istiyorum İshak Efendi!
Vatandaşın elindekileri çok ucuza almaya alışmış İshak Efendi, kurnazlık ediyor.
-Bunların müşterisi yoktur ki alıp da kime satacağım? Zaten pek para da yapmaz bunlar!
-Sen almazsan ben de başkasına satarım be adam!
Kadın tam dükkândan çıkacaktı ki İshak Efendi geri çağırdı.
-Gel hadi gel, dediğin gibi olsun! Kadın başınla dolaşıp durma!
İshak Efendi, kadının eline paraları saydı. Değerinin altındaydı ama ne yapsın kadın mecburen paraları aldı. Bu parayla kendisine silah alacaktı. İstasyona koştu. Cepheden dönen yorgun ve bitkin askerler trenden iniyordu. Birisine yaklaştı.
-Kardeş! Benim kocam da Çanakkale’ye gitmişti! Halâ gelmedi! Beni iki çocuğumla bırakıp vatan için savaşmaya gitti ama geri gelemedi!
-Ah bacım, ah! Ne yiğitler kaldı Çanakkale’de bir bilsen!
-Silahını bana satar mısın kardeş? Al, işte bütün param bu! Hepsini vereceğim!
Asker biraz tereddüt etti ama köyüne dönebilmesi için paraya ihtiyacı vardı.
-Tamam bacım, al senin olsun tüfek! Şu fişekliği de benden sana hediye olsun!
Kadın, silahı ve fişekliği üç eteğin altına sakladı, diğer arkadaşlarıyla buluşacağı hana gitti. Silahı ve fişekliği, atın heybesindeki arpa ve buğdayların arasına gizledi ve köye doğru yola koyuldular. Bu zeki köylü kadının, heybesindekileri satmak için değil de silahını ve fişekliğini saklamak için yanına aldığı anlaşılıyordu. Çünkü, savaş zamanı silahın ve fişeğin peşinde koşan çok olur. Eşkıyalık yapan çetelerin de Yunan’a yol gösteren yerli Rumların da en çok istedikleri şeylerin başında bunlar geliyordu. Yola koyuldular.
-Çolak Ahmet emmi, bak sen Balkan Savaşı’na da katıldın! Bana silah kullanmayı iyice öğreteceksin tamam mı?
-Çocuklu kadınsın sen kızım, silahı ne yapacaksın? Bari bir erkeğe ver de işe yarasın!
-Olmaz, silahımı kimseciklere vermem! Hem sen duymadın emmi, Yunan Aydın’a yaklaşmış, Aydın boşalıyormuş! Yakında sıra bizim köye de gelirse, o zaman ne yapacağız?
Bu köylü kadın, daha sonra Emir Ayşe ya da Ayşe Efe olarak anılacak olan Ayşe Gelindir. Ayşe Efe, ilk defa Kuvayı Milliye tarihinde efe elbisesi giymiş ve ilk defa “Efe” unvanını almış mücahit bir Türk kadınıdır.
Akşamüstü kapının yanına oturmuşlar, Ayşe Gelin, kaynanası Zeliha Hanım ile Yunan’ın işgal ettiği yerlerdeki zavallı insanlara yaptıkları zulümleri konuşuyorlar,
-Elde yok, avuçta yok! Köyden göçersek, oralarda bu iki güzel masum kızlarımı nasıl doyururum, onları nasıl korurum ben anacığım!
-Herkesin durumu bizimki gibi kızım! Her evde savaşlarda erkek mi kaldı? Her evden birkaç gencecik yiğit şehit oldu! Yunan (Yonan) çok merhametsizmiş! Irz namus düşmanıymış! Bu gâvurun elinde ölmektense, dağlarda ot yiyerek ölelim daha iyi be kızım!
Birkaç gün içinde İmamköy de boşaltıldı. Köylüler, hayvanlarına yükleyebildiği kadar eşya ve erzakını alarak, düşmanın kolayca ulaşamayacağı ormanlık dağlara doğru kaçmaya başladılar. Ayşe de yaşlı ana-babasını beygirlere, çocuklarını eşeğe bindirdi, alabildiğince eşya, giyecek ve erzakı da yükledi beygirine ve Menderes Nehrine doğru yola koyuldular. Gece yarısı onları karşı tarafa geçirecek olan salların bulunduğu yere geldiler. Ortalık ana baba günü. Karşıya geçmek isteyen çok insan vardı, çaresiz sıraların bekleyeceklerdi.
Sıra Ayşe gelin ve yanındakilere geldi. Hep birlikte sala doluştular. Sal, tam nehrin ortasına gelmişti ki bir çatırtı koptu ve sal ortasından ikiye ayrılıverdi. Büyük bir panik içinde can pazarı yaşanıyordu. Ayşe’nin salındaki insanların çoğu derin sulara gömüldü ama o iki çocuğunu ve salın parçalanmış kalaslarına sıkıca tutundu, sürüklenerek bir sazlığa geldiler ve oradan da çıkarak yakındaki Çakmur Köyü’ne vardılar. Ayşe hemen soruşturmaya başladı.
-Yörük Ali Efe nerede biliyor musunuz bacılar?
-Onun ne zaman nerede olacağı belli olmaz ki!
O gece, en güvenli yer olan mezarlığa sığındılar, orada sabahladılar. Ertesi gün, annesini, babasını ve çocuklarını, uzaktan da akrabaları olan Hacı Hafız Mehmet Efendi’ye emanet ederek, yanına Şerife ve Emine’yi de alıp Menderes’e doğru yola çıktılar.
Ayşe gelin kocasının eski pantolonunu giymiş, başındaki oyalı yazmasını da efeler gibi fes yapıp başına geçirmiş, fişekliğini ve silahını da kuşanmıştı. Kapıdan içeride birbirine sıkıca sarılmış, mışıl mışıl uymakta olan kızları Zeynep ile Hatice’ye baktı, gözleri doldu.
-Hadi arkadaşlar gidiyoruz! Biraz daha çocukları seyredersem gidemeyeceğim, ayrılamayacağım o gül yüzlülerimden!
Damdaki al kısrağa bindi, arkadaşları Şerife ve Emine ile birlikte Kepez sırtlarına, oradan da Melengeç Vadisi’ne indiler. Tepede Sancaktarın Ali Efe onları bekliyordu. Erkek elbisesi olmayanlara elbise dağıtıldı, silah ve mermilerini kuşandılar. Sancaktarın Ali Efe, bu dağlarda namuslu, dürüst, fakir dostu olarak bilinirdi. Kendine sığınanlara, haksızlığa uğrayanlara, yoksul ve yetimlere hep kucak açardı.. Sancaktar Ali Efe, Yörük Ali’nin en has adamlarındandı.
Devecinin Ahmet, yeni gelenlere atış talimi yaptırıyor ve siper kazma, sipere yatma gibi askeri eğitimler veriyordu. İki yavrusu gözünde tütüyordu Ayşe’nin ama şimdi daha önemli işleri vardı, yoksa vatan elden gidince yavruları gavur elinde mi büyüsün!?
Bir gece Yörük Ali Efe’den haber geldi, yarın şafakla birlikte Aydın’a saldırılacaktı. Güzel Aydın, gâvur elinden alınacak, minareler ezana kavuşacak, tepelerde al bayrağımız yine özgürce dalgalanacaktı.
Aydın’a varıldı ve göğüs göğüse uzunca süren çatışmalardan sonra, Yunan, Telli Dede yönüne doğru geri çekilmeye başladı, düşman Aydın’ı yakıp yıkarak terk ediyordu.
Ayşe Efenin yanına, ağlayan, çırpınan bir kadın yaklaştı. Kadının üstü başı yırtılmış, perişan ve halsiz, yüzü korkudan bembeyazdı. Zor anlaşılır bir sesle konuşuyordu.
-Orada, yanan binanın altında kırk-elli Müslüman var! Yanıyorlar! Yetişin, onları kurtarın! Çabuk olun, çabuk!
Kadıncağız oracıkta yığıldı kaldı, ruhunu teslim etti. Ayşe Efe ve arkadaşları hemen yanan binaya koşuştular.
-Vay köpekler! Binanın kapısını iki kilitle kilitlemişler!
Ayşe Efe kilitlere ateş ederek kırdı ve içeriye dalarak, yanmakta olan insanların tamamını kurtarmayı başardı. Yanına yaklaşan bir ihtiyar, Ayşe’nin yüzüne uzun süre baktıktan sonra, aksakalların üstünden gözyaşları süzüldü. Onun kızı Ümmü olduğunu sanmıştı.
-Kızım sen misin? Ümmüm sen misin?
Bu sözleri söyleyen ihtiyar, yere yığılıverdi. Heyecana kalbi dayanamamış, oracıkta ruhunu teslim etmişti.
-Arkadaşlar, siz ihtiyarla ilgilenin! Ben şu Cemiyet Başkanı (Etniki Eterya) olan namussuz Yorgiyadis’in peşine düşeceğim.
Bir süre amansız takipten sonra, Yorgiyadis’i bir kümeste saklanırken yakaladı ve gereğinin yapılması için teslim etti.
-Dokuzun Mehmet Efem, al bu namussuzu, ne yapacaksan yap!
-Tamam bacım, ben onu doğru Yörük Ali Efemin huzuruna çıkarırım, o ne derse onu yaparız! İçin rahat olsun! Kocanın kanı yerde kalmadı bacım, kalmadı!
Ayşe Efe kocasını hiç unutamamıştı, gözleri doldu, çemberinin ucuyla sildi gözlerini ve yola devam etti. Yörük Ali’nin huzuruna vardı.
-Ayşe Bacım, Yiğit Efem! Senden ve senin gibi kahraman, yiğit kadınlarımızdan Allah razı olsun! Çok önemli işler başardınız! Hepinize çok teşekkür ediyorum! Seni, Dalama’daki çocuklarının yanına yollayacağım, var git hasret gider yavrularınla! Milli Kuvvetlerimiz de güçlendi, bundan sonrasını biz hallederiz artık!
-Erkek aslan aslan da dişi aslan aslan değil mi Efem? Eli silah tutan herkesi silah başına çağırmadınız mı?
-Öyleyse sen bilirsin! Madem savaşmaya devam etmek istersin, Allah gazanı mübarek etsin! Bak sonra yavrularım diye sızlanmak yok ha!
-Bize ağlamak, sızlanmak haram Efem! Önce vatan! Vatansız yavrumu nerede büyüteyim efem?
Daha önce de Danişmentli İsmail Efe benzeri şeyler söylemişti. Kadın başına biri, böyle dağ bayır düşmana saldırırken, çekingen davranıp kenarda duran erkeklerin halini düşünerek şunları söylemişti Ayşe Efeye.
-Bacım! Çocukların da pek küçükmüş! Birini emzikle bırakıp gelmişsin! Çocuklarını büyütsen. Bak senin yerine dağlarda düşmana saldıracak erkek mi kalmadı? Bizi mahcup ediyorsun! Hem savaş dediğin erkek işidir!
Bunun üzerine Ayşe Efe, ayaklarını iki yana doğru açtı, göğsünü de ileriye doğru çıkardı, tüfeğini yana yatırdı, oyalı yazmasının altında parlayan çakır gözlerini Danişmentli İsmail Efe’ye dikti.
-Efem! Bizim elimiz de silah tutuyor evvel Allah! Şehit karısıyım ben, şehit! Yunanın memleketimizden sürülmesi için sadece erkeklerimizden medet umup duracağıma, silahımı aldığım gibi düşmanımı kendim yok ederim, daha iyi! Şehit karısına yakışan, oturup beklemek değil, savaşmaktır! Hem siz bana neden öğüt verip duruyorsunuz? İşinize bakın, işinize! Ben ne yaptığımı biliyorum!
Emir Ayşe’nin emrine on kızan vererek, Milli Mücadeleye katılmasına izin verirler ve ona Çete Ayşe ismini takarlar. Düşman hatlarına başarılı baskınlar yapan Çete Ayşe ve ekibi Aydın’ın ilk kurtuluşunda da etkin rol oynar.
Yörük Ali Efe komutasında Yunan’ı takibe başladılar. “Kiraz” parolasıyla anılan bu takip harekâtı sonunda, Mendegüme vadisinde onları yakaladılar ve çok şiddetli çatışmalardan sonra, Ayşe Efenin yanında savaşanlardan Sultanhisarlı Zahide ve Gökçen Efenin kızanlarından Tireli Ahmet şehit düştüler. Ayşe onların cesetlerini Yunan’a bırakmadı, üstü başı kanlar içinde onları Yörük Ali’nin yanına getirdi.
-Al Efem bu şehitlerimiz sana teslim!
Bunu gören Yörük Ali ve kızanları gözyaşlarını tutamadılar.
-Tamam bacım, biz gerekeni yaparız! Allah senden ve senin gibilerden razı olsun!
Şehitleri defnettiler ve cepheye döndüler. Köylülerin de yardımıyla Yunan’ı Mendegüme’ye sokmadılar.
Ayşe Efe, daha sonra İmamköy’e çocuklarının yanına döndü. Ancak, Aydın’ın ikinci işgali sonrası ailesi ile birlikte Büyük Menderes Nehri’nin güneyine geçti. Dalama’da, Yörük Ali Efenin kızanları arasına katıldı ve Yunanlılar’la çatışmalara girdi. Kuvayı Milliye’nin Köşk (Umurlu) Cephesi’nde de görev yaptı.
En son olarak da Üçyol Savaşı’nda, Köşk Cephesi’nin kuzeyinde dönemin ünlü efeleri Yörük Ali Efe, Gökçen Efe ve askerleri Binbaşı Hacı Şükrü Bey, Teğmen Zekai (Kaur), Teğmen Ali Gazban gibi ünlü isimlerle birlikte Yunan’la savaşta parmağından yaralandı. Üçyol Savaşı sonrası sıtma hastalığı nedeniyle bir müddet dinlendirildi, sonra Yörük Ali Efe’nin talimatıyla silahını teslim etti ve cephe gerisinde başka bir göreve verildi.
Ayşe Efe, bu dağlardaki yorucu çatışmalardan sonra, yorgun ve bitkin düştü, yeniden hastalandı. Sıtma tekrarlamış, bütün vücudu zangır zangır titriyordu, ardından şiddetli bir ateş basıyor, terler içinde kalıyordu. Köylü kadınlar, yanlarında getirdikleri temiz elbiselerle, Ayşe’nin kanlı elbiselerini değiştirdiler. Gökçen Efe ziyaretine geldi, ağladı, ağlaştılar. Biraz sakinleşip kendisine gelince konuşmaya ve etrafındakileri de güldürmeye başladı.
-Gökçen Efem! Ben hadi neyse kadınım, efeliğime yakışmasa da hoş görülür belki! Ama senin bu sulu gözlülüğünü Gavur duyarsa, Vallahi senden korkmaz bak gayri!
Yörük Ali Efe, onu son ziyaretine gelişinde şunları söylüyordu.
-Bacım, sen hemen Dalama’ya git! Yanına birkaç kişi versinler, benim Salı kullanarak karşıya geçin!
Ayşe Efe çok hastaydı, fazla direnemedi.
-Pekiyi Efem!
-Dr.Teğmen Zekai Bey! Ayşe için süresiz izin yazın! Ben mühürleyeyim de verelim kendisine!
-Tamam komutanım, hemen yazarım şimdi!
Ayşe silahına gözünü dikti, uzunca süre seyrettikten sonra şunları söyledi.
-Onu, yiğit birine verin! Kutsal bir silahtır o! Gelinlik altınlarımla aldıydım! Vatanım için bin kere feda olsun!
Yörük Ali Efe, kızanlarından Pekmezcinin Ali Efe’yi yanına çağırdı.
-Ali, al aslanım! Bu tüfek, Aydın’ın en yiğit bacısına ait! Kıymetini bil!
Ayşe Efe, silahını çocuğu gibi kucağına aldı, sarıldı, öptü ve Ali Efe’ye teslim etti.
-Ali Efem sakın ha silamımı gavura kaptırma! Yoksa hakkımı asla helal etmem sana bak! Tamam mı?
-Tamam bacım, sen hiç meraklanma! Ben ölmeden bu silahı kimse benden alamaz!
Savaş kazanılmış ve düşman geldiği gibi geri gönderilmişti. Mustafa Kemal Paşa Aydın İstasyonunda, savaşta kahramanlık gösteren gazilere istiklâl Madalyalarını veriyor. Sıra Ayşe Efeye geldi. Gazi Mustafa Kemal onun boynuna da madalyasını taktı ve şu veciz konuşmayı yaptı.
-Yurttaşlarım, bu görmüş olduğunuz Ayşe Hanım gibilerin yardımı olmasaydı, savaşta başarılı olamazdık! Ayşe Hanımın nezdinde bütün adı bilinen bilinmeyen kadın kahramanlarımızdan şehit mertebesine ulaşanları rahmet ve minnetle anıyorum! Bütün gazilerimize de anne, baba, eş ve çocuklarıyla uzun ve sağlıklı ömürler diliyorum! Allah hepsinden razı olsun! Daha çok yapacak işimiz var! Memleketimizi, muasır memleketler seviyesine ve hatta onlarında üstüne çıkarmadıkça, bu coğrafyada rahat yaşayamayız!
Ayşe Efe (Emir Ayşe), bu gurur dolu hayat hikâyesini, özellikle de Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın elini öpmesini ve onunla tanışmasını, onun elinden madalyasını alışını çocuklarına ve torunlarına anlatıyordu.
Artık onun adı Efe Teyze idi, İmamköy’ün Efe Teyzesi.
www.haberhurriyeti.com / ALİ AKSAKAL
Yorum yazarak Haber Hürriyeti Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Haber Hürriyeti hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Haber Hürriyeti editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Haber Hürriyeti değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Haber Hürriyeti Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Haber Hürriyeti hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Haber Hürriyeti editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Haber Hürriyeti değil haberi geçen ajanstır.