BEDEN YOLCULUĞUNDA İSTASYON!
Yıllar önce küçük anekdotlarla geziler boyunca yaşadıklarını kitabına alarak, gezilerinde bizlere adeta bir tür mihmandar göreviyle bu programını aktaran değerli yazar ‘Kont Bernadotte’nin ‘Son’ olarak adını betimlediği kitabını okurken kapıldığım liriksem duygu, yıllar sonra ‘İstasyon’ isimli bir romanla karşıma çıktı! Kitapta, duygular ön planda elbette ama tüm bunların yanı sıra felsefi duygular patlaması yaşanılıyor gibi… Ve bu nedenle salt olarak yazar-Şair, ‘Nilüfer Açılan Yıldız’, romanına almış olduğu gezi yerleri ve felsefi ağırlıklı düşüncelerinde olduğu gibi, okurda zaman içinde karşılaşılan‘İstasyonlar’ da hem duraksıyor ve hem de gezilere, yazarla birlikte devam ediliyor… Bu nedenle yazarı kutlarım. Çünkü okura adeta işliyor gibi düşüncelerini!
Yaşam zamanımızı alır. Yaşam hepimiz için benzeri deneyimlerden oluşur. Yaşamın içindeyken yalnız değilizdir, başkalarıyla birlikte bir şeyler yapmaktayızdır. Ama iki kişi tam tamına aynı şeyi yaparken bile aynı şeyi yaşamaz. Deneyim başkaları ile birlikte edinilebilir ama paylaşılmaz. Yalnızlık orada başlar. Deneyimi, aynısıyla aktarmayışımızda… Aktaramayız, onu başka bir şekle sokarak anlatırız. Üstelik kimse de birbirinin tam ne dediğini dinlemez, kendi çağrışımları aracılığıyla yorumladığını dinler. Yaşamdan geriye yalnızlık ve o yalnızlığın içinde biriken ve paylaşılmayan bir tortu kalır. Edebiyat da o yalnızlıkta, o tortudan açıklanması imkânsız bir denklem aracılığıyla süzülerek başlar ve asla yaşamın kendisini anlatmaz, yaşam üzerine bir hikâye anlatır.
Edebiyat yalnız bir iştir! Çünkü tıpkı yaşamın denelerinin paylaşılmaması, aynı şeyi yapan iki insanın aynı şeyi yaşamaması gibi, iki insan da aynı hikâyeyi okumaz, aynı hikâyenin aynı yerinde, aynı nedenlerle duraklamaz. Hikâye, tek başına koyulduğumuz bir yoldur, hikâyenin kahramanları bize yol arkadaşları eder ancak. Ama hikâye, edebiyat, bizi ıssız kalmaktan kurtaran şeydir. Bir hatırlama boyu uzaklıkta dünyalar bırakır bize. Belki yazarın yazdığının, yazmak istediğinin dışında, onlardan faklıdır yer yer bu dünya ama yine de çok uzağa gitmesine izin verilmemiştir. Çünkü edebiyat bir tür kurgusallık silsilesidir. Ve yazar, ilk günlerden beri yazmak istediklerinin kimisini ya unutmuştur, ya da romanına almamak için adeta direnir! Oysa yine de hiç aklında olmayanları bile anlaşılmaz bir cevvallikle oturup, yazdığının farkındalığı içindedir. Bu durum gerçi çok sonraları usuna düşer ve şunu düşünür; Salt gevezelik belki tüm bunlar. Belki de yalnızca bir göç temizliği gibi kalabaklarımdan kurtulmak isterim diye de düşünebilir! Belki de yazarın, yalnızlığını ve ıssızlıktan kurtarılan benliğinin, buna yardımcı olanlara adeta bir tür gönül borcunu ödemek gibi…
Yazar, ‘Nilüfer Açılan Yıldız’ çoğu romancı da beklenen ve görünen kurgusallığı bir kenara koymuş gibi. Çünkü ağırlıklı olarak gezilerinin sonucunda uğrakları hep birer ‘İstasyon’ olmuştur. Oysa burada, ivedi bir şekilde ironi yapmıştır. Çünkü her istasyon zamanın akış boyutunun göstergesi gibi! Ve bedenin ‘istasyon’larda yorgunluğunu dinlendirebilmek kaygısı… Burada yazar, kurgusallıktan öte yaptığı ironilerle, felsefi boyutlarla düşündürüyor okuru. Ve romanı okuyan okura, almakta zorlanacağını bildiği sorular soruyor ama yanıtsız…
Romanda gözlediğim şiirsel anlatım. Sanırım yazarın şair olmasından da kaynaklanıyor. Bu nedenle zaman zaman kurgusal olmanın rehavetinden kurtulup, yaşamında yer alan küçük anekdotlar da roman da göze çarpıyor. Tüm bunları yazarken bir anlamda da edebiyata teşekkür ediyor! Neden diyebilirsiniz… Çünkü hem okuru, elbette ki en çok da yazarını ıssızlıktan kurtarıyor. Onun haricinde ise geriye kalan her şey hayattır, adına can sıkıntısı dememek için… Korkutucu olan şey, hiçbir yere açılmayabileceği gibi her yere de açılabilir bir kapı olan yalnızlığın kendisi değildir. Korkutucu olan yalnızlığımızı dolduracak düşlerimizin, hikâyelerimizin, kalabalıklarımızın olmaması, ıssız kalmamızdır; çamurlu bir su birikintisiyle baş başa…
Ve… ‘İstasyon’ dan alıntıladığım anekdotlar;
“… Vakit sabaha karşı. Bir şükran duygusuyla, dağların henüz güneş ışığı almamış kuytularında, gölge serinliğini duyumsuyor bedenim. Ah bu duyumsamalarım yok mu? /… Gölgelerin bünyesine çekilme ahengini seyrediyor gözlerim. Düşünüyorum: Hayallerime amaçlandığımda; yüreğim keşif yolculuklarına çıkıyor. Aklım ve mantığım yanlış hayatların tutsağı olmaktan sıyrılıyor./… Hayallerime giden yolculuğumda, bütün kuvvetlerim amacına uygun marifetler sergiliyor. /… Analizlerini yapamadığım kişiliklerimi; hayallerim, imgelerim sayesinde, kendimi rol mücadelesi vermekten alıkoyarak, bir benimin en dış halkadan seyretmesine izin veriyorum. // … Yüz küsur elemanın yer aldığı bu muhteşem akşam yemeğinde, bütün elemanlar ayağa kalkıyor. Muon, Tau ve ben de ayağa kalkıp, bir alkış temposu tutarak bu kusursuz sahneyi kapatıyoruz. /… Yüreğimde bu sahneyi devamıma taşıyacak bir sızı kalıyor./… Bütün elemanlar yerlerine döndüler. Sadece Muon, Tau ve ben kaldık. Anlaşılan ben bu istasyondan ayrılmadıkça, onlar hep burada olacaklar./… Gerçi onlar için fark etmiyor bir yerde olmak, çünkü aklımın almadığı bir hızla istedikleri yere gidip geliyorlar. Onlar için bir yer diye bir şey de yok./… Her şey için Muon ve Tau’ya teşekkür ediyorum. Coşkulu bir edayla, pırıl pırıl göz sevinci gibi ikisine de sarılıp öpüyorum ve odama çıkıyorum. //… İlk yaratanın yansıması olmaktan mutluyum./// … Bulutların üzerini düşünüyorum. Güneşin altın ışıkları, köpük köpük beyazın üzerinde kırılarak, renklerin muhteşem ahengini, beynimde bir nöronun içinde görüyorum./… Yeryüzünden bir şimşek yükseliyor, bulutları yarıyor. Duman rengi incecik tünellerden toprağa azot yağıyor./… Bu son derece sağlam enerji alış-verişini hayran, saygılı bir duruşla seyrediyorum./… Her düşüncenin bir yol hikâyesi, açıyor sahnesini su ve ışığın içinde, her sahnede oynayanın ben olduğumu, bütün yolların insanda başlayıp, insanda bittiğini anlayana denk…/… Bulutlar dağılıyor. Yeryüzündeki her şey suyun maharetini açığa çıkarmak için, pırıl pırıl parlayan güneşin ısısını bünyesine çekiyor /… Adımın ne olduğunu bilmiyorum. Adım bende yok. Ama bilinç olarak da beden olarak da bu güzel kızdayım. /…Bu durumda beni şaşırtansa; dışımda bir yanım var. O, beni de kızı da biliyor. Sanki bölündüm gibi…/// ”.
‘…es’ verip, paragrafları biraz anlatmalıyım. Çünkü yazar ve şair kardeşim, öylesine güçlü ironi kurmuş ki, bilhassa siyah olarak betimlenen kısımlar sanki biraz egomuza hitap eden, ancak egosunu hep yüksek tutanların pek algılayamayacağı bir roman! Bunun için de okurun, birçok kitabı hazmetmesi ve spritüal konulara biraz daha yakın olmasını salık verebilirim. Burada yazar, adeta her satırını ilmek ilmek işlemiş gibi… Üstelik bu satırlar üzerine bir hayli ve sayfalarca yorumlar yapılabilir! Yaşamdan ve deneyimlerinden damıttığı satırlar, kültürel bazda anlığımızda yoğunlaştırdığımız bir felsefeyi gerektirdiği gibi hep egomuzu bir kenara iterek ‘ben’ den öte, bir ‘ben’ varlığında olmamız gerekir. Bu kitap; hem ‘deneme’, hem ‘anı’ ve hem de ‘roman’ tadında okunacak bir kitap olmuş…
Ve yine seçtiğim küçük ama bir o kadar da bir hayli düşündürücü anekdotlar:
“… Bense üzüntümden şaşkın bir halde, ‘İşte! O öldü! Gördün mü?’ Diyordum sürekli. Bu içimden sesleniş anneneydi tabi ki./ … Peki, sen öldüğünü ne zaman anladın? Ben öldüğümü sen buraya gelince anladım! // Gri bir katmanda çırılçıplak yoluna devam eden ‘ben’, kendi boyutunda düşünmeye başlıyor. Siyah noktanın içinde ‘Ben’in beyninde şekiller oluşuyor. ‘Ben’in beyninde oluşan şekiller; sonsuz şekilde şeylere dönüşüyor, gözlerinden dışarı akıyor. ‘Ben’in içinden bir ‘Ben’ çıkıyor, ‘Ben’den bilinçlenmiş vaziyette. ‘Ben’, içinden çıkan ‘Ben’e, ‘Git!’ diyor…// Her ‘Ben’im bir mana örtüsünü kaldırıyordu.Sonra zerreleri görmeye başladım. Yolculuğa çıkan ‘Ben’leri mi izlerken, çok uzak mesafeleri görebildiğimi fark ettim. Daha, o kadar çok şey fark ettim ki… ‘Hiçbir şey saklanamaz. Tefekkür defterini, bir ‘Ben’in başka sayfada açar.’//… Yolculuğum boyunca bana yardım eden Suran, kendinden ayrılıp, kendinden kendine yardım eden bir Ben’i olduğumu anlıyor./ ‘Ben’, varlığının manasını, özünde kendine en yakın açan Suran’la, beyaz bir dostluk oluşturup, ışığı milyonlarca açıdan kırarak kuantsal hayatı görmeye başlıyorlar. Varlıklarını, ebediyette sonsuz açılardan tanımak için, ezelden beri, ne neden, nasıl ve niçindir işlevselliğinin hikâyesi, iki oyuncu arasında başka bir dille okunmaya başlıyor.
Suran: ‘İlahi aşk…’
Ben: ‘…!’
Bir mümküne imkân tanıdık karanlıkta.
Biz ne doğduk, ne de öldük bir vücutta…
‘EVVEL, AHİR, BATIN VE ZAHİR ‘O’ dur…’
Bu düşüncelerle yoğunlaşarak 300 sayfaya yakın bir romana imza atan değerli yazar-şair ‘Nilüfer Açılan Yıldız’ı kutlarım. Başarılarının, spritüal ve felsefi konularla uzlaşan düşüncelerini takdir ederken, eminim daha çok ama sanırım aynı güzellikte, kim bilir belki de daha güzellikte bir romana, çoğalarak imza atacağı kanaatindeyim.
www.haberhurriyeti.com / Mustafa GÖKÇEK
Yorum yazarak Haber Hürriyeti Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Haber Hürriyeti hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Haber Hürriyeti editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Haber Hürriyeti değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Haber Hürriyeti Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Haber Hürriyeti hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Haber Hürriyeti editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Haber Hürriyeti değil haberi geçen ajanstır.