Bir toplum, hayal/düş kurma yeteneğini yitirmişse, o toplumdan uygarlığa katkı beklenilemez. Bilim, bilim kurgu ve mutlaka felsefe geleceğin dünyasına ışık tutar. Buna güzel sanatları da ilave edebilirsiniz. Bizde kurmaca geleneği, roman, şiir, resim, çok sesli müzik, tiyatro, sinema, heykel gibi güzel sanatlar 19. yy ortalarından itibaren ortaya çıkar. Mevcut eserlerin, Avrupa’yla kıyaslanacak derinliğe sahip olup olmadığı ayrı bir tartışma… Fakat neden bu konularda bu kadar geç kaldık sorusu önemli. Ve neden bir ilerleme kaydedilmediği de… Estetiğin ve eleştirinin gelişmediği toplumlarda algılar anestetiktir, yani kapalıdır. Haliyle bu durum her alana yansır. Bu tip toplumlarda, demokratik tepkilerde cılızdır. Söylemek istediğim şu ki; Edebiyat, müzik ve tüm güzel sanatlar alanında yeterince çalışma yapılmayan bir toplumda estetik kaygıdan bahsetmek mümkün müdür?
Kent soylunun kendinden memnunluğu, geleneksellik içinde yaşanan hayat, ekonomik gidişattan tatmin oluş, bilimin sadece teknik kullanabilirliğine göre takdiri, kayıtsız şartsız kudrete yönelik irade, politikacıların arkadaşlığı, ideolojilerin bağnazlığı, yeteneksiz yazarların edebiyatta geçerli olma iradesi… Tüm bunlar felsefesizliğin içinde kendilerini ayakta tutarlar… Ve kısaca şunu da eklemek gerekirse; estetik kaygıdan ve entelektüel derinlikten uzak siyasal İslamcı zihnin, modern devletin kurucu ilkeleriyle kavga ederek kendini ayakta tutmasıdır… Ve bu söylevlerimden sonra, paylaşmak istediğim asıl söz konusu iradeye gelmek istiyorum; haftalar önce bir kitap, hatta içeriği geniş çaplı ve oylumlu bir roman elime geçti! Bu roman ‘Fehmi Salık’ imzalıydı. Okumayı anlağıma yerleştirdiğim günlerden beri ve zaman içerisinde, birbirinden güzel kalemlerin yarattığı eserleri okudum. Bu arada birçok biyografi türü araştırmalarda… Örneğin hata yapmamak adına, her türlü araştırmamda bilhassa kullandığım kaynaklara ödün vererek, yazdıklarım sonucunda da bu düşünceleri elde ettim. Sonuç olarak, ‘Kürtler Tarihi’ konusunda irdelemelerim… ‘Alevi Kültürü’ konusunda detaylı olarak araştırmalarım, bunlarla ilintili olarak yazılmış kurgudan çok, reel anlamda eserler… Tüm bu olumsallıklarda dikkatimi çeken üslup, okurun, roman tadında bir kitap okumaktan öte, salt düşündüğü hoşça bir zaman geçirmektir. Oysa o tür kitaplarda, araştırma ve biyografik özellikler ağır bastığından, bir köşeye atılarak çoğu kitaptan sanırım vazgeçilir! Oysa tüm bu olumsuz tavır ve düşünceleri ‘Fehmi Salık’ın ‘Lalo’ adlı kitabı bir anlamda savuşturuyor gibi… Çünkü roman, kurgudan ziyade gerçekleri, yaşam boyunca çekilen acıları, bunların yanında da kazanılan başarıları adeta bir zafer nitelemesiyle sunuyor! Öyle ki; kazanılan zafer, kalem… Kalemşor olma gücü! Bunun yanında da başarı tüm kitapları, en ufak bir ayrım yapmadan sular seller gibi okumak… Okumak ve araştırmak… İşte roman kahramanı ve yazarının onmaz başarısı… Bu güzelliği yitirdiğimiz yazar ‘Mehmed Uzun’ da gördüğümüz gibi…
‘Fehmi Salık’ın birbirinden güzel satırlarla bezediği romanı ‘Lalo’nun lirik duyguları yüksündürdüğü ve duygu atmosferine adeta boğan bir yazarın, romanından alıntılarla aktarmalarıma devam edeceğim! Ancak roman alıntılarına ve kısa anekdotlara geçmeden önce bu yazıya ilavelerim, yıllar önce kimi dostlarla çok okuyan mı, çok gezen mi… diye usumuzda peydahlanan bir düşünce ve içimize düşen bir soru yankılanmıştı belleğimizde… Oysa hep yanıtsız kalmıştı bu sorunsallıklar! Ama yıllar boyu düşüncem ve okuduğum kimi yöresel kitaplar, bana gezenden çok okuyanın varsıllığını hep indirgemiş oldu belleğime… Örneğin ‘Paris’le ilgili bir kitap okuduğunuzda veya ‘Paris’in ‘Grease’i okuduğunuzda, o yörede oluşturulmuş ve değişik çiçeklerin aromasından elde edilen esans türü kokuların oluşturulduğunu, adeta oraya gitmiş gibi öğrenip, o yöreyi belleğinizde geziyor ve dağarcığınıza bu konuyu ister istemez ilintilemiş oluyorsunuz. Bu nedenle bu tür kitapları önemsiyorum, önemsiyorum çünkü ve sanırım bu kitapla yazar, salt ‘Diyarbakır’ı değil! Ve salt ‘Büyükkadı’yı değil… Bizlere bu romanla o yörenin ‘Ötesinden’ de bir şeyler anlatıyor… Bence keyif alınarak, hatta keyiften öte yöresel bir tat verircesine okunacak, dağarcığınızda yıllarca kalacak bir kitap… Eline sağlık ‘Fehmi Salık’…
“… İnanışa göre Hacı Bektaş Veli, bir ‘güvercin donunda bugünkü Hacıbektaş Kasabası’na gelmiş. Yanındakiler kendisine ‘Pirim neden güvercin donunda?’ diye sorduklarında, Hacı Bektaş’ın yanıtı ilginçtir: ‘Eğer güvercinden daha mazlum bir yaratık bulsaydık, onun donuna girer gelirdik. Dikkat ederseniz burada hacı Bektaş, barış bayrağını, ‘insanlık sereni ’ne çekmeye çalışıyor. Şu dizeler bu söylediğimin en güzel kanıtıdır: – Sevgi, muhabbet kaynar yanan ocağımızda – Bülbüller şevke gelir gül açar bağımızda – Aslanlarla ceylanlar dosttur kucağımızda…- Evet bir düşünün: Hacı Bektaş, 12. Yüzyılda aslanlarla ceylanları barışık olarak kucağına konuk etmeye çalışırken, bizim yöneticiler bu çağda insanlarımızı ‘cephelere’ ayırıyor…”.
“… Birileri ekmeğimize ağu sürmüştür. Canı gönülden konuşuram kurban. İnanmanı isterem: Keşke ben de senin gibi bi devlet mamırı olaydım; olaydım da bi gözüm de kör olaydı… / İbrikle su satan yaşlıya karşı duyduğu acının şimdide bir değişiğini duymuştu ağaya karşı… /… Düşünür dururam hep: Niye o böyük Allah, bize de adam gibi yaşamayı nasip etmemiş? Sen örgetensin kurban. Eyi biliyem ki buraya gelirken, etrafı bi gözel kolaçan etmişsen. Görmüşsen ki daşımız/toprağımız kara bizim. Bu demektir ki: İki kaşımızın arasındaki yazımızda karadır. İçimde yığılanı bi anlatabilsem sana müdür beg. İnanıyam ki bize acırsın he vallah. Adımız ağaya çıhmış…”.
“… Fehmi, daldı: … Bugün surlar yıkık, surlar birer harabeye dönmüş. Baykuşlar tünemiş surların içine. Baykuşun konduğu yere kıran girer. Baykuşun gözü kanlı, ayağı uğursuzdur. Kimin damına, saçağına, evinin bacasına konarsa bu uğursuz kuş, o kişinin beli doğrulmaz bir daha da. Diyarbakır böyledir bugün: Surların, apartmanların, özerk evlerin üstüne baykuşlar konmuş, kıran girmiş Diyarbakır’ın içine… / Yeniden geçen bir jet filosunun ardına o da takıldı; Dicle’nin üstünden köyüne doğru uçmaya başladı. Yukarıdan baktı şöyle bir Diyarbakır’a: Göç eden her köy Diyarbakır’da bir apartmana dönüşmüş; ya da her apartman, dikine oturtulmuş bir köy olmuş…”.
“… Fehmi, defteri kapattığında gözpınarlarında oluşan damlaların, yanaklarından sızıp elindeki defterin kapağına damlamasına engel olamadı; keşke yayımlayabilseydi, diye geçirdi içinden. / Yazılanı beğendiğini, övgüye değer bulduğunu, Lalo’ya anlatabilmek için kâğıda, kaleme sarılması gerekiyordu. O da öyle yaptı; tuttu kısa bir mektup yazdı arkadaşına: Sevgili Lalo, benim sınıf arkadaşım, benim yazgı yoldaşım; sana ‘Lalo’ diye seslendiğim için bağışla beni. Sen gerçekten Diyarbakır’ın sevgilisi olmuşsun. Sen, ‘ben’ olmuşsun Lalo, sen ‘ben’ olmuşsun. Sen, bir seni değil, beni de anlatmışsın defterinde. Bir bardak su akışında, bir solukta okuyup bitirdim defterini. İzlediğin güzel, anlatımın güzel, ‘lal’ da olsan, dilin güzel. Dilsiz dilin ‘barış’ kokuyor. ‘Barış’ adı verilen o güzel güvercin, herkesin belleğinde yuva kurmalı; tümümüzün dileği bu olmalı. Bundan böyle Berfin’ler, Hazal’lar ölmesin. Tilkiboğan Seyfo’lar, Danagöz’ler ölmesin. Gençlerimiz, ‘ölüm oruçları’na yatmasın. Deniz bulanmasın, gök kirlenmesin. Karacadağ’ın etekleri, allı-yeşilli çiçeklerle süslensin. Dicle, özgürce aksın; güvercinlerimiz ürkütülmeden havalansın. ‘Baskı, işkence, zulüm’ sözcükleri, sözlüğümüzden silinsin. El verelim birbirimize, gül verelim; barışalım. Hoşça kal benim sınıf arkadaşım; dilsiz meslektaşım, hoşça kal…” / … Fehmi, arkadaşına yazdığı bu kısa mektubu katlayıp, okuduğu defterin arasına koyduktan sonra, oğluna seslendi: ‘Yürü evlat, Lalo’ya gidiyoruz…’ Onlar kapıdan çıktıklarında, üst katta oturan PTT emeklisi Şükrü Efendi’nin ilkokul dördüncü sınıfa giden kızı Fidan, bağırıyordu: ‘Ana, ana! Yoğirdi, imurtayi kimden alacağam? Çiçekli sabahlığıyla balkonda duran Kezban kadın, aynı ses tonuyla kızını yanıtlıyordu: ‘Lalo’dan kızım, Lalo’dan…”.
Bir yazar, en azından düşüncemde toplumun sırtına yüklenip, nemalanmasından öte toplumu taşıyan bir yazar, sanatçı, aydın düşüncesine özveriyle hareket etmeli… Bu düşüncedeyim. Bu nedenle toplumcu yazarların, hatta yazar olan her kalemşorların düşüncelerinde aydın olabilme eğilimi varsa, kanımca halkının sorunlarını dile getirecek sorumluluğu tüm egolarından sıyrılarak, düşüncelerini olumlu bir şekilde benimsemeleri ve sorunsallıkları üstlenmeleri gerekir. Çünkü inanıyor ve biliyorum ki, ‘aydın’ düşüncede olan insan ‘aydın’ sorumluluğunda olmalıdır. Kaldı ki yazılarında ve yaşamını idame ettirdiği düşünce savında ‘Fehmi Salık’ gibi toplumunu sarmalayan, ilgilendiren ve imleyen bir yazar ve bir sanatçı olmalıdır… Bu nedenle bu kitap harika bir roman olmuş, kalemine eline sağlık… ‘Fehmi Usta’…
www.haberhurriyeti.com / MUSTAFA GÖKÇEK
Yorum yazarak Haber Hürriyeti Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Haber Hürriyeti hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Haber Hürriyeti editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Haber Hürriyeti değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Haber Hürriyeti Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Haber Hürriyeti hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Haber Hürriyeti editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Haber Hürriyeti değil haberi geçen ajanstır.
Yorumlar
(1)Fehmi SALIK - Kadirbilir Sevgili Arkadaşım, senin de diline/ kalemine sağlık. Bu yazdığını duygulanarak okudum.Şairin dediği gibi: “On yıldır evimin kapısı örtük…” Sen ve senin gibi birkaç dost, bu son zamanlarda “var olduğumu” anımsattınız bana.Sana, senin gibi varlığımı anımsatan diğer yazar ve şair arkadaşlarıma teşekkürlerimle birlikte saygılarımı/ sevgilerimi sunuyorum.Sağ olun/ var olun.Barış içinde şiirle, sevgiyle dolu kalın. 22 Mart’ta “Türkân Saylan Kültür Merkezi”nde görüşmek dileğiyle…
Fehmi SALIK
Yazılan yorumlardan Haber Hürriyeti hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz. Sitemizin Topluluk Kurallarına uymayan yorumlar yayınlanmaz. Yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Haber Hürriyeti editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Haber Hürriyeti değil haberi geçen ajanstır.