Yıllar öncesinin değerli bir üstadı, okumaktan ayrı bir zevk aldığım ‘Nurullah Ataç’ın toplu yapıtları olarak, iki toplu eserinin bir araya getirilerek yayımlanan kitapları, ‘Karalama Defteri ile Sözden Söze’ yi aktaracağım… Yazılışlarının üzerinden yıllar geçse de, bu yazılardaki düşünceler, tazeliklerini günümüzde de koruyorlar. O her zamanki alabildiğine içtenlikli, ama gerektiğince de öfkeli bu büyük yazı ustasından bugün de öğrenilecek pek çok şey var. Bu büyük deneme ustası, bir yazısında şöyle diyor;
“… Okursanız bu yazıları, aralarında birlik, bütünlük var mı? Birbirini tutuyor mu? Pek araştırmayın orasını. Bunlar da günlerin, birbirine uymaz günlerin getirdikleridir; kimi bir yana eğilir, kimi öte yana. Hepsini de inanarak, bir doğruyu söylediğimi sanarak yazdım. Sonra o doğrular beni bırakıp kaçmış olabilirler. Niçin koşayım arkalarından? Onların yerine başka doğrular geldi. Yel alıp götürecek bütün bu yaprakları. Hepsi de dağılıp çürümeden önce bir kişinin gözü bir tanesine bir an takılırsa… İşte budur bir yazarın bütün beklediği…”.
İnsanın yaşamı boyunca takıntıları vardır. Bu takıntıları için adeta yaşamını felç eder. Sonuçta, toprak olur ve çürür, kalmayan yaşamında… Üstat, kısa olarak belirttiği ve yıllar sonra bile günümüze ışık tutabilecek anekdotlarında, edebi uyarılarını, bilhassa kendi yaşamlarının realiteyle dışa vurmasını, okurların adeta bunlardan örnek alarak yanlışlıklar içinde olmamasını vurguluyor. Çünkü hemen hepimiz, belki de kendisi de gençliğinde kimi acemiliklere, kimi hatalara maruz kalmıştır. Oysa vurgulamak istediği düşüncelerini, bizlerle paylaşırken doğal varlığını da sürdürüyor.
Düşüncelerini belleğinde yoğunlaştırıp, realiteyle buluşturmayan, yıllar sonra bile onları, yani o düşünceleri ve o yanlışları, hataları kimselerle paylaşmadan bu dünyadan ayrılanlara, bu iki güzel kitabıyla çok güzel yanıtlar veriyor üstat…
“… Gelelim bizim yazarlarımızın haline… Bizde yalnız yazarlıkla geçinenler var mıdır? Zordur bu soruyu cevaplandırmak. Var, az da olsa birkaç kişi var, ama onlar da gazetelerde her gün yazarak geçiniyorlar. Gazete yazarlığı da yazarlık değil midir? Olmaz olur mu? Gazete yazarlığını edebiyatın, sanatın dışında sayanların ne demek istediklerini hiçbir zaman anlamadım. Her gün yazmak zorunda olan kimse öyle özenerek yazamazmış, makalesini ya da fıkrasını çarpıştırıverirmiş, diyeceklerinin üzerinde uzun uzun düşünemezmiş… Lakırdıdır bütün bunlar, kendi ellerinden gelmeyeni bir kusur, bir kabahat diye göstermeye kalkanların uydurdukları lakırdılardır… Ancak her yazar gazeteci olamaz. Şairdir, hikâyecidir, romancıdır; düşünüşü, mizacı, kafasının işleyişi gazete makaleleri, fıkraları yazmaya elverişli değildir. Bir kitap hazırlıyor, onun üzerinde aylarca, belki yıllarca çalışmak ister, çalışması gereklidir…”.
“… Bizde yazarlık, serbest yazarlık başlı başına bir meslek olmamıştır! Çocuğunuza: ‘Sen ne olmak, ne iş tutmak istiyorsun?’ diye soruyorsunuz. ‘Romancı olacağım’, diye cevap veriyor, diyelim ki tüyleriniz ürpermiyor, hatta sizde edebiyatı sevdiğiniz, bir toplumda edebiyatın gerekli olduğuna inandığınız için seviniyorsunuz, gene de: ‘ İyi, romancılıktan başka ne iş tutacaksın, ne ile geçineceksin?’ diye sormaz mısınız? Bunu sormanız da sizin romancılığa bir meslek, başlı başına bir meslek, başlı başına bir meslek diye bakmadığınızı gösterir. İyi bir şey, toplum için lüzumlu bir şey, ama bir süs, bir ziynet, mutlaka karşılanması gereken bir ihtiyaç değil… Çocuğunuz büyüyünce ne olacaksa olsun, küçükken siz ona edebiyatı sevdirmeye bakın, ilim, bilgi sonradan gelecektir, önce insanlığını kurmak, hayalini işletmek gerektir…”.
“… Bitirmeden şunu da söyleyeyim: ahlaka, gerçek ahlaka götüren başlıca yollardan biri de aşktır. Evet, aşk, hani şu beğenmedikleri, kızdıkları aşk. Kızları oğlanları ayıracaklarmış da birbirlerini sevmelerini önleyeceklermiş, kadının yüzünü örteceklermiş, böylece ahlaka hizmet edeceklermiş… Hiç mi âşık olmamış bu adamlar? Aşk bizi bencilliğimizden temizler. Sevdiğimizi kendimizden üstün görürüz, ondaki değerlere erişmeye çalışırız, artık kendimizi değil, onu, yani bizden başka olan birini düşünürüz, kendimizi de onunla karşılaştırarak düşünürüz. Demek ki âşık olduğumuz anda bizim içimize kendi benliğimizden başka bir benlik girmiştir, içimize bir benlik daha doğmuştur, başka birinin benliği, başka birinin gerçekliği. ‘Oktay Rıfat’ bir şiirinde: ‘Düşünmeden sevdiğimiz bir anda / Birdenbire başlayan gökyüzü’, der. Yalnız gökyüzü değil, bütün insanlarıyla dünya içimizde birdenbire başlayıverir. Aşkın sayesinde, bizden başka bir kişinin var olduğunu anlamamız sayesinde bütün insanların da var olduklarını, onların da bizim gibi duyduklarını, düşündüklerini anlayıveririz, kavrayıveririz, böylece gerçek ahlaka, insanoğlu sevgisine girmiş oluruz. Yasaklar ahlakına değil, başkalarını ezme ahlakına değil, özgeyi kendimiz bilip sevme ahlakına…”.
Üstadımızın, yıllar önce değindiği hususiyetler bu gün bile güncelliğini koruyor gibi… Çünkü diyalog denen bir iletişimden çoğumuzun haberi bile yok! İletişimsizlik ve kopuk yaşama, bizlerin öncelliği gibi! Ve başarılarımıza başarı katmak için, önümüze ne çıkarsa çıksın, insanda olabilir bu… Hoşgörüden uzak bir psikoloji içinde gibiyiz… Salt bilim merkezli bir düşünce olmamalı. Yani eğitim ve etrafımızı iyi okumalı. Ama görüyorum ki, henüz sosyalleşmeden özgürce sosyal meydanları, kitle iletişim araçlarını kullanmaya çalışıyor veya özeniyoruz. Ben bu tür insanlara ‘psikomatik’ diyorum. Belki ve elbette felsefede yeri yok. Ancak hemen her şeyi de felsefeciler söyleyecek değil… Biraz da bazı nenleri düşünüp, uyarlamamız gerekir. Kısaca şunu belirtmek istiyorum; anlık düşüncelerle hareket edersek, sanırım beynimiz bile bizi yadsır. Çünkü beyin denilen olgu, bankamatik olarak bedenimizde yer alamaz!
www.haberhurriyeti.com / MUSTAFA GÖKÇEK
Yorum yazarak Haber Hürriyeti Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Haber Hürriyeti hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Haber Hürriyeti editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Haber Hürriyeti değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Haber Hürriyeti Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Haber Hürriyeti hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Haber Hürriyeti editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Haber Hürriyeti değil haberi geçen ajanstır.