TEBEŞİR SEVİNCİ KURSAĞIMIZDA KALDI
Günlerden cumaydı, babamla analığımız Çifteler’in pazarına gitmişti. Okul çıkışı keseri, çapayı, bıçağı aldığımız gibi ak toprak çukurunun yolunu tuttuk ablamla. Başladık kazmaya. Küçük küçük topaklar çıkardık. Çıkardıklarımızı bıçağın, keserin yardımıyla yonttuk. Parmak kalınlığında tebeşir haline getirdik. Saydık, iki elimizin parmakları kadardı. Beşer beşer bölüştük. Ablam:
“Ben senden büyüğüm…” diyerek en uzunlarını kendine seçti tebeşirlerin.
Olsundu. Bunlarla tahtaya güzel güzel yazacaktık. Hoplaya zıplaya evin yolunu tuttuk. Keyfimize diyecek yoktu…
Sundurmanın altından iki küçük tahta parçası çıkardık. Üvey anamızın görmeyeceği yerde yazar, bozar, gönlümüzce dersimize çalışırdık. Tebeşirlerle birlikte yastığımızın altına sakladık… Ertesi gün aradığımızda yoktu. Yatağı yorganı, hasırı kaldırdık, yok! Duvardaki oymalıkta duran çamaşırlarımızın içine baktık; Avni’ye, Memdi’ye sorduk, ne gören var ne alan… O gün, eğitmenimizin gösterdiği, anlattığı dersler kafamıza girmiyordu sanki. Aklımız tebeşire takılı kalmıştı.
Öğle paydosunda eve geldik. Daha kapıdan girerken üvey anamız tebeşirleri başımıza çaldı. açıldı gitti tebeşirler. İş bununla da kalmadı, bir güzel dövdü. Döverken de:
“Evde, anası babası yokken tebeşir yapmaya giden kızlar, bir gün de …mlarına, koca aramaya giderler!” diye sövüyordu.
Tebeşirleri topladı, bağırıp çağırmayı sürdürdü:
“Bunları sıçtığım yere atayı da haydi alın göreyim sizi! Okumadan geberesiler! Okudukları kendilerini sokasılar!”
Ne yapacağımızı bilemedik. Çaresizdik. Sevine sevine yaptığımız, bir kez olsun kullanamadığımız tebeşirlere mi yanacaktık, yoksa yediğimiz dayağa mı?..
Oysa okulun açılışına herkesten çok biz sevinmiştik. Öyle ya, bu okulda güzel güzel okuyorduk. Akşamın işini sabaha bırakmamaya çabalıyor, yoruluyorduk. biz bize kaldığımızda üvey anamızdan yakınıyorduk ama, okuldayken, her şeyi unutuyor, ders aralarında kolay kolay dışarı bile çıkmıyorduk, çişimiz gelmesin istiyorduk. Hiç yorgunluk duymuyorduk. Susayanlar okulumuzla arası on adımı geçmeyen dedemin çeşmesine koşuyorlardı. Tuvalet ihtiyacı olanlar ise babamın avlumuza yaptırdığı ikinci helaya gidiyorlardı. Günlerin nasıl geçtiğini bile bilmiyorduk.
Eğitmenimiz askerden yeni gelmişti. Askerliğini yaptığı ilin anısı olarak, sağ yanağında bir kuruş kadar yuvarlak, çukurumsu çıban yeri vardı. O iz de ayrı bir hoşluk vermiş gibiydi. Uzun boylu, ince bıyıklı, küçük ela gözlü, güleç yüzlüydü. Tahtaya yazdırırken, okuturken gülümseyerek yaklaşırdı hepimize. Onu çok seviyorduk. Buna karşın gene de pek sokulamaz, utanırdık. Ondan alacağımız en büyük ödül ‘aferin’ olurdu.
BİRGÜN EĞİTMENİMİZ GELMEDİ
Kışa girdik giriyoruz. Geceden yağan yağmur ortalığı çamura bulamış. Böylesi yağmurlu yağışlı günlerde okula gelenlerin sayısı düşüyordu. Çoğumuzun yağmura, çamura dayanıklı ayakkabıları yoktu. O gün gene erken kalktık. Olağan sabah işlerini yapıp okula vardık. Sobayı tutuşturduk. Sıra olmadığından yere oturduk. Çantamızdan, torbalarımızdan ev ödevlerimizi çıkardık. Bizden sonra gelenlerin kimisi alfabesini okuyup yazmaya çalışıyordu. Derslikte öksürenden, burun çekiştirenden başka ses çıkaranımız yoktu. Eğitmenimiz gecikmişti nedense. Üstelik ezberlememizi istediği parçaya da iyi hazırlandıydık. ‘Aferin’ alacağımızı umuyor, sabırsızlanıyorduk.
Hava bulutlu, içerisi karanlıktı. Zaman ilerliyordu. Üstüne oturmaktan ayaklarımız uyuşmuştu, bir sağımıza, bir solumuza kaykılıyorduk. Kapı ‘şırk’ diye açılır açılmaz hepimiz kalktık ayağa. Baktık, gelen, eğitmenimiz değil Muhtar Emmi’ydi. Kapıyı kapatıp masanın yanına geçti. Sandalyeye oturdu. Dersliği ve bizleri şöyle bir süzdü. Gönülsüz bir sesle:
“Çocuklar!” dedi, sustu.
Tıraşlı, uzun yüzü kederli görünüyordu. Sözlerini taneledi:
“Eğitmeniniz kasabaya çağrıldı. Oradan da askere gidecek! Kısacası ikinci kere askerlik yapacakmış!”
Yutkundu, yutkunurken aşağı yukarı inip çıktı imiği. Çok üzgün görünüyordu. Ne yapacaktık. Şimdi? Elimizde olmadan başladık ağlaşmaya. Eğitmenimiz artık yoktu. Okulumuz bekli kapanacaktı. Sonunda Muhtar Emmi: “Susun!” diye bağırdı. Kendini de inandırmaya çalışan bir sesle sürdürdü: “Ağlayacak ne var bunda? Kış çıkana kadar bakarsınız döner gelir.”
Ağlaşmalarımız daha da hızlandı. Bu kez sesini yükseltti:
“Susun diyorum size! Alfabeniz, defteriniz neyiniz varsa çantalarınıza koyun. Evinize gidince de önlüğünüzü, yakalığınızı, okulla ilgili her şeyinizi iyi bir yere saklasın ananız. Eğitmeniniz dönüp gelince yine okuyacaksınız işte!”
Söyleyeceğini söylemişti… Bir yandan ağlaşmalarımızı sürdürüyor, bir yandan da eski yeni parçalardan dikilmiş bez çantalarımıza defteri, kitabımızı koyuyorduk, ama gitmek içimizden gelmiyordu. Muhtar emmi baktı ki olmuyor, bu kez de yalancıktan çıkıştı:
“Şunlara bakın yahu, kulaklarına laf girmiyor! Kalkın bakıyım. Haydi evlerinize!”
Onun da üzüldüğü belliydi. Saklamaya çalışıyordu.
Arkadaşlarımızla derslikten çıkarken ablam ve ben ağlaşmayı sürdürüyorduk. Şimdi kimsemiz kalmamıştı. Okul bizim sığınağımızdı, umut kapımızdı. Ne yapacaktık… Umarsız yürüyüp okul-odamızın kapısını çektik. Başımız önümüzde sus pus eve döndük. Yakalık, önlük, kurdele, çorap ve ayakkabılarımızı çıkardık. Katlayıp çantamıza yerleştirdik. Yüklüğün önünde gerili kilimin ucunu kaldırdım, ablam altına sokulup çantalarımızı yerleştirdi. Birbirimize sarılıp yeniden ağlaşmaya başladık. Sobanın yakınında oturan üvey anamız her şeyi biliyordu.
“Okul kapandı diye ağlıyorsunuz öğle mi? Ağlayın! Ağlayın! …mınız yırtılana kadar ağlayın! Anam beni okutmadı da öldüm mü? Okul nesineymiş kızların? Hah şöyle bee!.. Aman ne güzel oldu… Hıçkırıp durmayın öyle köpek eniği gibi. Haydi işinizin başına!” Söylenmesi hiç bitmiyordu…
Eğitmenimiz ikinci kez askere gidince bir ders yılı daha öğreteceklerinden yoksun kalacaktık…
ARKASI YARIN / DEVAM EDECEK…
ÖĞRETMEN BENİSA isimli 3 cilt kitabı temin etmek isterseniz:
HURİYE SARAÇ: 0533 779 06 06 – 0 236 7154770
İZMİR İLETİŞİM: 0533 030 91 00
HURİYE SARAÇ VE KİTAPLARI HAKKINDA AYRINTILI BİLGİLERE AŞAĞIDAKİ LİNKTEN ULAŞABİLİRSİNİZ
…
www.huriyesarac.net