19 ‘ncu yüzyılda Osmanlı’da aydın sayılanların amacı ‘Anayasal Monarşi’dir. Yani onlara göre meşrutiyete geçince ülke ayağa kalkacaktır. Kısaca o aydın kesimin halife ve Padişahsız bir cumhuriyet vizyonları bile yoktur.
Oysa Mustafa Kemal bu düşüncenin hep karşısında durmaktadır. O Fransız ihtilali aydınlarını tek tek irdelemiş, J. J. Rousseau ve Montesquieu gibi Fransız aydınların cumhuriyet konusundaki görüşlerinden etkilenmiştir.
Mustafa Kemal daha Harp Okulu’ndayken arkadaşlarına “Kahredici bir istibdada karşı ancak ihtilalle cevap vermek ve köhnemiş çürük idareyi yıkmak, milleti hâkim kılmak, hülasa vatanı kurtarmak için sizi vazifeye davet ediyorum” diyebilmiş bir idealist ve devrimcidir.
Atatürk 29 Ocak 1921’de TBMM'de yaptığı konuşmada şöyle demişti: “Milletimiz asırlardan beri iki baskıcı kuvvetin, iki yok edici kuvvetin baskısı altında üzülmekte ve acı duymaktadır. O kuvvetlerden birisi doğrudan doğruya memleket ve milleti yönetmek iddiasında bulunan baskıcılar yani sultanlar; ikincisi bütün bir emperyalist ve kapitalist âlemdir. Asırlardır bu iki kuvvetin baskısı altında kalmış olan millet tabii ki gayet zayıf bir haldedir.”
Atatürk hiçbir zaman bu düşüncelerinin uzantısı olan kararlılığından bir adım bile geri atmamış ve onun bu iradesi 1921 Anayasası'nın birinci maddesine “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” şeklinde yansımıştır.
Atatürk, cumhuriyet fikrini olgunlaştırırken ve Milli Mücadele yıllarında zamanı gelmeden “cumhuriyet” ifadesini hiç kullanmadı. Nutuk'taki ifadesiyle “Padişahsız, halifesiz kurtuluşa inanan hiç kimsenin olmadığı” bir ortamda zamanı gelinceye kadar sultanı/halifeyi kurtarmaktan söz etmiştir. Memleketin içinde bulunduğu o yıllarda üstelik de ülkenin kurtuluşunda yüklenmiş olduğu görev nedeniyle 1920 koşullarında buna mecburdur…
Örneğin, Sivas Kongresi'ne verilen gizli bir önergede “Anadolu'da yepyeni bir cumhuriyet mahiyetinde bir Türk devleti kurmaktan” söz edilmesi üzerine önergenin altına, “sırası gelecektir, şimdi okunmasın” diye bir not düşmüştür. Çünkü o günlerde açıkça “cumhuriyetten” söz edilmesi yol arkadaşlarınca bile hiç de hoş karşılanmayacaktır.
Öyle ki;
24 Ağustos, 16 Ekim 1921 arasında, Atatürk'ün Sakarya Savaşı'nda olmasından yararlanan TBMM, içkiyi, kâğıt oyunlarını, dominoyu ve süslü giyinmeyi yasaklamış, kadınların peçeli olmasını zorunlu kılmıştı. Evlenmeden önce kadınların muayene edilmeleri teklifini reddetmişti. Mecliste okulların yeniden Şeriye Bakanlığı'na bağlanması teklif edilmiş, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmaya başlamasının geri kalmaya neden olduğu belirtilmişti. 465 yeni medrese açılması teklif edilmiş,fes ve kalpak tartışması kavgaya neden olmuştu. Hatta çok kadınla evlenmenin zorunlu yapılması bile tartışılmıştı. TBMM'nin bu yapısıyla saltanatı, hilafeti kaldırması ve cumhuriyeti ilan etmesi imkânsızdı.
O yıllarda Cumhuriyet, Atatürk'ün vicdanındaki milli sırdır.Atatürk'ün Nutuk'taki ifadesiyle “Milli Mücadele'ye beraber başlayan yolculardan bazıları milli hayatın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet kanunlarına kadar gelen gelişmelerinde kendi fikir ruhlarının kavrama sınırları bittikçe bana direnmişler ve muhalefete geçmişlerdir. Ben milletin vicdanında sezdiğim büyük ilerleme yeteneğini bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak, peyderpey bütün sosyal bünyemize tatbik ettirmek mecburiyetinde idim” der.
13 Temmuz 1923'te TheSaturdayEvening Post yazarı Isaac Marcosson'a verdiği mülakatta “Emperyalizm ölüme mahkûmdur. Demokrasi insan ırkının ümididir” demişti.
İyi de Atatürk sağlığında neden gerçek demokrasiyi kuramadı?
Tarihçi yazar Sinan Meydan’a göre bunun nedenleri şöyle ifade edilmektedir:
*Çünkü gerçek demokrasi için önce tam bağımsız bir vatana ihtiyaç vardı. Atatürk önce tam bağımsız bir vatan bıraktı.
*Gerçek demokrasi için saltanatsız, hilafetsiz bir parlamenter sistem gerekiyordu. Atatürk TBMM'yi açtı, saltanatı ve hilafeti kaldırdı, cumhuriyeti ilan etti, Cumhuriyet Halk Parti (CHP)’yi kurdu. Serbest Cumhuriyet Fırka (SCF)’sıdenemesiyle çok partili sistemi denedi.
*Gerçek demokrasi için toplumsal eşitlik gerekiyordu. Azınlıkların, yabancıların, saray elitlerinin ayrıcalıklı olduğu, Türklerin, halkın ezildiği bir ortamda gerçek demokrasi kurulamazdı. Atatürk önce halkçılık ilkesiyle toplumsal eşitliği sağladı.
*Gerçek demokrasi için okur-yazar, aydınlanmış bir topluma ihtiyaç vardı. Atatürk harf devrimi, Millet mektepleri, Halkevleri vb adımlarla toplumsal aydınlanmayı gerçekleştirdi.
*Gerçek demokrasi için ağalık, şeyhlik düzeninin yıkılması, toprak reformunun yapılması, feodal sistemin tasfiyesi gerekiyordu. Atatürk feodal düzeni yıkmak için mücadele etti.
*Gerçek demokrasi için kadın erkek eşitliğinin sağlanması gerekiyordu. Atatürk, devrimleriyle, kadını esaretten kurtardı.
*Gerçek demokrasi için laiklik şarttı. Atatürk laik bir düzen kurdu.
*Gerçek demokrasi için ordu ile siyasetin ayrılması gerekiyordu. Atatürk ordu ile siyaseti ayırdı.
*Gerçek demokrasi için özgür düşünce gerekiyordu. Atatürk, çağdaş eğitimle “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller yetiştirmeye çalıştı.
*Gerçek demokrasi için sağlıklı bir toplum gerekliydi. Atatürk önce hastalıklarla mücadele etti.
*Gerçek demokrasi için sağlam ve bağımsız bir ekonomi gerekiyordu. Atatürk çok kısa sürede sağlam bir ekonomi kurdu.
*Gerçek demokrasi için kuldan birey, ümmetten millet yaratmak gerekiyordu. Atatürk, devrimleriyle bunu başardı.
***
Türkiye Cumhuriyetinin, rejim değişikliğinden öte anlamları vardır. Bizim cumhuriyetimiz, her şeyden önce Milli Mücadele'de, bir ölüm kalım savaşında şekillenmiştir, kanla, gözyaşıyla, ateşle yoğrulmuştur. Anti-emperyalist bir bağımsızlık zaferinin eseridir. Yıkılmış, yakılmış, paylaşılmış, yok olmuş bir imparatorluğun küllerinden yeniden ayağa kaldırılmış, mazlum ulusların örnek aldığı bir varoluş mücadelesidir.
Türkiye Cumhuriyetinin ilanını haber veren 30 Ekim 1923 tarihli “Hâkimiyet-i Milliye” gazetesi.
Atatürk'ün yaşadığı çağda, dünyada gerçek demokrasi yok gibiydi. 1930'larda Avrupa'da faşizm çağı yaşanmaya başlanmışken Atatürk, o faşizm çağında Türkiye'de demokrasinin altyapısını hazırlamış, peş peşe cesurca ve özgürlükçü devrimleri hayata geçirmiştir.
*
Cumhuriyet değerlerinin kimi çevrelerce bu gün bile tartışılıyor olması, köhne kafaların ülkede var olduğunu göstermektedir. Okumayan, yazmayan, düşünmeyen toplumlar içten içe çürürler. Türkiye böyle bir sürece sokulmuştur. İş bitirmeye, köşe dönmeye koşullandırılmış bir toplum eninde sonunda hovardalığının faturasını öder.
Reçete bellidir:
Çare Atatürk ilkelerinde ve onun gibi düşünebilmektedir.
Atatürk’ün ifadesiyle;“Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacaktır. Ve Türk Milleti güven ve mutluluğun kefili olan ilkelerle, uygarlık yolunda tereddütsüz yürümeye devam edecektir.”
Cumhuriyet Bayramı Kutlu Olsun.
Refazettin Çığır