BEN DE DERİN
İZLER BIRAKTILAR
Yıllar önce bugünlerde kaybettik, ben de derin izler bırakan iki insanı…
Biri, yıllarca Hürriyet Gazetesinde Hem Genel Müdürlük ve aynı zamanda Genel Yayın Yönetmeni olarak görev yapan Nezih Demirkent…
Diğeri Özal döneminde Devlet Bakanlığı yapan Adnan Kahveci…
Tam on dört yıl olmuş Nezih Demirkent öte âleme intikal edeli…
Burada O’nun gazetecilik ve yöneticilikteki yeteneklerini, tüm matbaalarda çalışanların isimlerini ezbere bildiğini anlatacak değilim.
Rahmetli Abdullah Aksak ile beni, gazetecilikte daha da ilerlememiz için İngilizce kurslarına göndermesi de konumuzun dışında…
İzninizle iki anımı kısaca aktarmak istiyorum.
Amacım onun gazetecilik dışındaki insani yönünü birazcık olsun yansıtabilmek…
***
Bir gece yarısı aniden fenalaşan babamı Numune hastanesine götürdük. Teşhis kalp krizi idi. Hemen yoğun bakıma aldılar.
Ertesi gün öğleden sonra, o tarihte yazı işleri müdürüm olan Yalçın Kamacıoğlu’na durumu anlatarak izin istedim.
…Ve anında fırçayı yedim.
-Ulan oğlum manyak mısın?.. Bu saate kadar neden söylemedin. Haydi hemen fırla git…
Tabii ki manyak falan değildim… Neredeyse her şehir için ayrı ayrı haber ve spor sayfaları yapmaktaydık… Kadromuz dardı. Benim yokluğumda yük arkadaşların üzerine daha çok binecekti. O nedenle işler toparlandıktan sonra söyleyebildim…
Hastaneye gittiğimde… Akşam olmak üzereydi. Babam yoğun bakımdan çıkarılmış ve özel bir odaya alınmıştı. Dönemin ünlü kalp cerrahlarından Topkapı Hastanesinin Başhekimi Edip Kürklü, yapılan tetkikleri inceliyordu… Şaşırmıştım… Biraz konuşunca anladım ki, Özel odayı Nezih abi ayarlamış, Edip Kürklü’ yü de O yollamıştı…
Ne zaman duymuştu babamın kalp krizi geçirdiğini… Ne zaman konuşup yollamıştı Kürkcü’yü…
Benim hiç beklemediğim bir jestti bu ve çok duygulanmıştım.
Sonrasında teşekkür etmek istediğim de… Konuşturmamıştı bile beni…
***
Bir akşamüstü sekteri Ayşen yanıma geldi. “ Nezih bey seninle konuşmak istiyor” dedi.
Odasına gittim.
-Saat dokuz gibi çıkacağım. Biraz beklersen seni evine bırakayım…
Ula ne ola ki… Bayram değil seyran değil… Yıllardan beri ilk kez oluyor böyle bir şey…
Beşiktaş’a kadar havadan sudan konuştuk. Çocuklardan bahsettik.
Köprü yoluna girdiğimiz de…
-Bak, doğru sözlü olduğunu bildiğim için sana bir şey soracağım ama aramızda kalacak…
Merak ve heyecan içinde “ Bundan şüpheniz olmasın abi”
-Bana gelen bilgilere göre arkadaşın FE çok kaytarıyormuş. İşi başkasına yıkıp karısının dükkânında çalışmaya gidiyormuş… O’nu kovacağım.. Sen ne dersin?”
Gerçi işyerinde sendika temsilcisi seçilmiştim ama olacak şey miydi bu… Hürriyet’in en tepesindeki insan, kovmak istediği çalışanı için benim görüşümü soruyordu.
Evet gerçekten de öyleydi… Ama “Haklısın abi” diyemedim…
Arkadaşın yeni çocuğu olduğunu, aldığı maaşla geçinemediğini bu nedenle başka bir işte de çalışmak zorunda kalmış olabileceğini, özünde mesleğini çok sevdiğini anlatmaya çalıştım dilim döndüğünce…
-O’ zaman söyle arkadaşına ayağını denk atsın…
…Ve O arkadaş hala Hürriyet’te çalışmakta…
İşte böyle adam gibi bir adamdı Nezih abi…
İnsana değer veren… Affetmesini bilen… Çalışanların hatalarını kapatan..
Boşuna değildi, O yıllarda Hürriyet çalışanlarının Nezih abiye “Baba” demeleri…
Işıklar içinde uyu Nezih abi…
wwww.haberhurriyeti.com / FİKRET KALMUK
***
Not: Bana ayrılan yeri aşmış olduğumu fark ettim. O nedenle rahmetli Adnan Kahveci ile olan söz düellomuzu gelecek yazımda anlatmaya çalışacağım artık…